Röportaj: Gülşah Uçar
Makyaj sanatçılığı, müzisyenlik, oyunculuk… Birçok alanda üretici olarak varlık gösteriyorsunuz. Üretim yaptığınız bu alanların birbirini beslediğini düşünüyor musunuz? Makyözlüğün müzisyenliğe, müzisyenliğin oyunculuğa veya oyunculuğun makyözlüğe katkıları var mıdır?
Makyözlük benim ana mesleğim olduğu için aslında beni buralara o getirmiştir. Şarkıcı olmama sebep olan makyözlüktür. Çünkü ben makyözlüğünü ve kuaförlüğünü yaptığım Sezen Aksu’nun keşfiyim. O yüzden bu keşfin en önemli sebeplerinden biri benim makyöz olarak iş yapıyor olmamdır. Dolayısıyla bu sayede çevrede tanındım. Oyunculuk ve şarkıcılık sonradan kendime eklediğim alanlar. Makyözlük mesleğimdeki işimi iyi yaptığım için karşı tarafa hep güven vermiştir bu. Bir yapımcı veya yönetmen sana güveniyor, sen bu rolü oynarsın diyor ve oynuyorsun. Ben oyuncu değilim, şarkıcılık desen içimde varmış da benim haberim yokmuş. Özetle beni asıl buralara getiren mesleğim makyözlüktür.

Kosova’da dünyaya geldiğinizi ve 8 yaşında ailenizle birlikte İstanbul’a göç ettiğinizi biliyoruz. Çok küçük yaşta, kültürel yönden çok zengin iki ayrı ülkede yaşamış olmanın sanatçı yönünüzü beslediğini düşünüyor musunuz?
Bu süreçlerin beni hikayelendirdiğini biliyorum. Bu şartlar beni hikayeci yaptı. O kadar çok birikmiş hikayelerim var ki kendimi çok zengin hissediyorum. Bu açıdan büyük faydası olmuştur.
Sanatınızın özünü Balkan kültürünün oluşturduğunu söyleyebilir miyiz? Balkan kültürünün kimliğinizdeki izleri nelerdir?
Atatürk’ün doğduğu yerde doğmuşum, herhalde buralara da boş gelmemişimdir. Bu yüzden kendimi ruhen çok zengin hissediyorum. Esasında yüzyıllar önce ben buradan oraya göç etmiş olan bir ailenin ferdiyim. Oralara zembille inmedik ki Atatürk dahil hepimiz Balkan coğrafyasına Anadolu’dan gittik. Belki orada büyüdük, orada geliştik ama hiçbir zaman ana yurdumuzda olma fikri zihnimizden gitmedi. Bu kültür o kadar zengin ki, bizim başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok.
Tüm kariyeriniz boyunca en çok gurur duyduğunuz ve sizi en iyi yansıttığını düşündüğünüz çalışmalarınız nelerdi?
Makyözlükse bu, yaptığım tiplemeler benim için çok değerlidir. Onlardan biri Haluk Bilginer’in Atatürk olduğu makyajdır mesela. Tolga Çevik’e, Demet Akbağ’a, Yılmaz Erdoğan’a, Yasemin Yalçın’a, Ata Demirer’e, Cem Yılmaz’a yaptığım tüm tiplemeler benim için önemlidir. Şarkıcılık desen Makyaj Odası albümü önemlidir. Sezen Aksu’nun yanında olmamdır. Oyunculuk desen, Seksenler dizisi benim için çok ayrıdır.

Hayatınızın dönüm noktası nedir sizce?
Tek bir dönüm noktası değil de birçok dönüm noktası var hayatımda. Bir tanesi ailemle Türkiye’ye gelmiş olmamızdır. İkincisi ailem ve kızımdır. Üçüncüsü Şan Tiyatrosu Lisa Tuna’dır. Dördüncüsü Sezen Aksu’dur. Bu böyle devam eder. Örneğin yine Türkan Şoray, BKM, Komedi Dükkanı, Seksenler dizisi ile çalışmam benim için değerli dönüm noktalarıdır.

Yaratıcılığa dayalı işlerle meşgul olan insanların bir şekilde kendilerini sürekli beslemeleri gerekiyor. Siz kendinizi nelerle besliyorsunuz? Kimleri izliyor, dinliyor ve okuyorsunuz?
Yaşım itibariyle zaten bu zamana kadar epey şeyden beslendiğimi düşünüyorum. Her şey tanıdık zaten. Elbette güncel birçok şeyi de takip ediyorum. Her şeyden önce ben var olmayı seven biriyim, yok olmayı seven biri asla olmadım. Var olmayı seven biri olduğum için de elimden geldiğince her şeye dokunmaya çalışıyorum.
Yeni maxi single’ınız “Bekriya Rumeli Club”tan söz edelim. İçinde “Yüksek Yüksek Tepeler” ve “Ramo” isimli iki şarkı bulunan bu single çalışması için yeni bir albümün habercisi diyebilir miyiz?
Yayınladığımız bu iki şarkı, albüm öncesi dinleyicilerle buluşturmak istediğimiz bir maxi single oldu. Albümümüz Hıdırellez zamanında piyasada olacak. Razaki Müzik etiketiyle dopdolu bir albüm geliyor. Gençleri düşünerek hareketli ve bambaşka bir Rumeli albümü oluşturduk. Çok heyecanlı bir şekilde o tarihi bekliyorum. Hem kendime olan sözümü hem de Rumelilere olan sözümü tuttum. Bu yüzden de kendimi iyi hissediyorum.
Yaşadığınız kent olan İstanbul’da nelerin farklı olmasını isterdiniz?
İstanbul aslında çok güzel bir şehir. Dünyanın her yerinde ölmek istersin İstanbul’da ölmek istemezsin. Burası böyle kutsal bir şehir. İstanbul yaşayan bir şehir, kendi farkını her dönem yaratmıştır. Belki insanların yüzü çok daha fazla gülümsetebilir. Bu değişmesini isteyeceğim bir şey olabilir bence.