Seyirci oyunun en harika parçası ve hayat oyunla daha güzel…
Röportaj: Sanem Kurt
Fotoğraf: Tolga Aksakal
Styling: Women&Women, Elif Karcı
Takılar: Elif Karcı
Make-Up: Aslı Çakıl
Saç: Kuaför Mehmet ve Ekibi
Video Production: Murat Ertan Güngör
Ekipçe yeşille maviye hasret kaldığımız pandeminin son günlerinde, Ege’nin en güzel köşelerinden birinde Selin Yeninci’ye konuk olduk. İzmir’in tutarsızlığıyla meşhur havasında bir ara yağan yağmura rağmen, Selin’in yavru köpeği Shelby, ağaçlardan dökülen dutlar altında, annesi Şafak Hanım’ın konukseverliğinde inanılmaz keyifli bir çekim gerçekleştirdik.
Selin Yeninci’nin inanılmaz bir enerjisi var. Neşesi yüksek, algısı yüksek… Onu bir kez tanıdığınızda artık unutma ihtimaliniz yok. Güçlü oyunculuğu, işine olan tutkusu ve disiplini ile yıldızı her geçen gün daha parlayan genç bir sanatçı… Başarılı projeleri ve ödüllü performansları ile kendinden daha da çok bahsettireceği, gün gibi aşikar.
Genç bir oyuncusun, oyunculuk macerası nasıl başladı?
Oyun oynamayı hep çok seven biri oldum. Çocuklukta tek kişilik set gibiydim. Aileme ve arkadaşlarıma doğaçlama oyunlar hazırlayıp düzenli gösteriler yapıyordum, rollerini dağıtıyordum, kostümler dikiyordum, yönetmen gibi çalıştırıyordum ve bunu çok ciddiye alarak yapıyordum hep. Annem de doğru yönlendirmek istemiş olacak ki sürekli doğru ve iyi bir diksiyon temeli için, kulağımız dolsun diye TRT radyosu dinletirdi benle kardeşime. 6 yaşındaydım. Radyoda Çocuk Saati programını dinlerken “TRT İzmir Radyosu‘na Çocuk Seslendirmeciler alınacaktır.” diye bir anons duyduk. Başvurduk, ilk elemeleri geçtim. Bir yıl boyunca TRT’de çok kıymetli hocalardan yoğunlaştırılmış diksiyon, oyunculuk, ses-nefes, güzel konuşma ve yazma, seslendirme-dublaj eğitimi aldım. Son elemeden sonra TRT İzmir Radyosu beni kadrosuna aldı. Pratik yapmak için de Karşıyaka Belediye Tiyatrosu sınavlarına girerek oyunlara seçildim. Ve üniversiteyi bitirene kadar da canlı yayın sunuculuğundan çizgi film seslendirmesine, sokak tiyatrosundan palyaçoluğa, çocuk–yetişkin oyunlarına kadar mesleğimle ilgili her şeyi deneyimleyerek hem kendimi geliştirdim hem de seyirciyle uzun uzun tanışmış oldum. Sonra 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü’nü kazandım ve maceram başladı.
Konservatuar mezunu olmanın sinema ve dizi sektöründe sence dezavantaj ve avantajları neler?
Ben zihnimde okullu-alaylı diye ayırmıyorum kimseyi, kendimi de kategorize etmeyi sevmiyorum bu konuda. Seyirci için de zaten okullu alaylı ayrımından ziyade iyi oyuncu ya da kötü oyuncu ayrımı var. Emeğin her damlasını ve oyuncunun meslek ahlakını gören, iyiyi kucaklayan ve büyüten, kötüyü de rencide etmekten çok çekinen mükemmel bir seyircimiz var. Çok şanslıyız seyircimiz bakımından.
İlk filmin “Toz Ruhu” Altın Koza’da en iyi film ödülüne layık görüldü. İlk projenden ödüllü bir filmde rol almak sana neler kattı?
İlk uzun metraj filmimdi, filmdeki kadın başrol bendim. Çok heyecanlı, çok sorumluluk sahibiydim ve yine aşırı ciddiye almıştım. Set sürecinde Türkiye bağımsız sinemasının koşulları hakkında gözlem yapma fırsatım oldu. Çok emek verildi iyi bir film olması için. Emek vererek yaptığımız her şey kendimize ödül zaten. Mutluyum bu kadar başarılı bir ilk filmin önemli bir parçası olduğum için.
Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız” filminde yer aldın? Bize biraz süreci anlatır mısın?
Ercan Kesal’ı uzun süredir büyük bir merakla ve beğeniyle takip ediyordum. Özellikle Türkiye sineması için çok büyük bir şans olarak görmüşümdür varlığını hep. Nasipse Adayız romanını okumuştum ancak sinema filmi olacağından haberim yoktu. Bir gün casting direktörü bu filmdeki Arzu karakteri için benden deneme çekimi istedi, Adana’da setteydim, vakit de dardı, sahneleri bir tereddütle hızla çekip yolladım ve ertesi sabah 9’da telefonum çaldı. O hafta tanıştık ve yaz sonuna kadar da çekimlerimizi tamamladık. Filmimizin galasını davet üzerine IFFR ROTTERDAM FILM FESTİVALİ’nde yaptık. Ben de bu sayede bir hayalimi gerçekleştirerek ilk yurt dışı gala deneyimimi yaşamış oldum. İstanbul Film Festivali’nde yarışacaktı film ancak pandemi sürecine girildi. Ben filmi çok sevdim, içinde olmaktan son derece memnunum. En kısa
zamanda seyirciyle buluşmasını ve yenilerini yapmayı diliyorum.
2 yıldır “Bir Zamanlar Çukurova’da” dizisinde rol alıyorsun. Saniye karakterinin sürecini anlatır mısın? Karakteri büyütüp çok sevdirdiğini, dizi içerisinde kendi fanlarını oluşturduğunu biliyoruz. Selin’in gözünden “Saniye”yi dinlemek isterim.
Önce belirtmek isterim ki Bir Zamanlar Çukurova, Türk televizyonlarında son zamanlarda gördüğümüz en kaliteli işlerden biri. Çok titiz ve büyük bir yapım şirketi, işe yapılan cömert yatırım, çok ustalıklı bir senaryo, mesleğini çok seven bir ekip, karakterlerini çok seven oyuncular… Parçası olduğum için çok mutluyum. Saniye’yi oynamak büyük keyif. Oynamayı ne kadar sevdiğimi bana her anında hissettiren bir rol. Her hafta seyirciyle buluşmanın sorumluluğunu büyük bir zevkle aldığım müthiş bir fırsat. Her detayını seyirciyle paylaşabildiğim, daha iyisi olmam için de her bölümde daha fazla sevgi ve destekle beslenen bir karakter oldu. İki yılın sonunda her set günü heyecanım ilk günkü gibi. Zor zamanlarda kulağıma güç, sabır ve neşe fısıldayan, duygularını yaşamayı reddetmeyen, dürüst ve sevgi dolu kadınların simgesi benim için Saniye.
Aslen İzmir’lisin, dizi için Adana’ya taşındın… Adana’yı da çok sevdiğini söylüyorsun hep, Adana’da yaşam nasıl geçiyor?
İzmirliyim ama üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbul’da yaşamaya başladım. Çekimler boyunca Adana’da otelde kalıyorum. Otel yaşamına tiyatro turne hayatından alışığım aslında, üreten insanlar için faydalı olduğunu düşünüyorum gezgin olmanın. Adana’da yaşam güzel çünkü Adana çok güzel. Çok yeşil, çok hareketli, çok kendiliğinden, çok bereketli. Adana’nın tüm renkleri çok güzel. Herkes çok cana yakın. Bana hep evde hissettirdiler sağ olsunlar.
Uzun ve yorucu set saatlerin var. Adapte olmak zor oldu mu? Set alışkanlıkların, rutinlerin neler?
İnsanın her gün en sevdiği şeyi yapmak için kapıdan çıkması büyük şans. O yüzden hep şükrediyorum bu da beni kolayca adapte ediyor o yoğunluğa. Sette genelde senaryo okumayı, sahnelerime göz gezdirmeyi, vakit varsa meditasyon yapmayı ve kahve içmeyi seviyorum. Ekiple sohbet ediyoruz. Çiftliğimizde harika hayvanlar var, onlarla vakit geçiriyorum, çiftliğin en güzel yerinden gün batımını izliyorum ya da köyde minik bir yürüyüşe çıkıyorum.
Güldürmek mi ağlatmak mı? Oyuncu olarak sen kendini hangisinde daha başarılı buluyorsun?
Gülmek ve ağlamayı birbirinden pek ayıramayız, onlar çok iç içe basitçe birbirinin devamı gibidir. Ben şu an duygu yelpazesi çok geniş, nev-i şahsına münhasır bir kadını oynuyorum ve aynı sahnede seyirciyle birlikte hem gülüp hem ağladığımız anları yaratmaya niyet ediyorum hep. Başarılı bulunuyor olması benim için harika tabi ki. Bunu özellikle bir performans anı için söylüyorum; Benim kendimi nasıl bulduğumdan ziyade seyircinin fikrini daha çok önemsiyorum. Seyirci her zaman doğru hisseder.
Oyunculukta idollerin var mı? Hedeflediğin yer neresi?
Oyunculukta hem Türkiye’de hem yurt dışında beğendiğim onlarca isim var tabi ki. Hedeflediğim yeri gösterip anlatmaktansa, bir gün orada olursam Plus’la tekrar buluşmayı şimdiden garanti ediyorum.
Çocukluğun nasıl geçti? Nasıl bir çocuktun?
Ben kalabalık bir ailenin ilk torunuyum. Çok şanslıyım, kendimi hep çok özel hissettiren anneannem, dayılarım, dedem, anne babamın üzerime titrediğini hatırlıyorum. Doğumum çok uzun bir süre kutlanmış ailede. Çok sevilen, sevmeyi seven, çok gülen, sabahlara kadar oyun oynayan, hayata iştahlı ve çok hassas bir çocuktum. Çocukluğum uzun, kalabalık, bolca hikayelerin anlatıldığı masalarda aileyle birlikte, sokakta sabaha kadar arkadaşlarımla oyunlar oynayarak geçti. TRT-tiyatro-okul ve kurslar arasında çalışkan bir neşeyle annemle koşturduğumuzu hatırlıyorum hep.
Hayatının vazgeçilmezleri neler?
Vazgeçilmezlerimizin bağımlılıklarımız olduğunu ve kendimiz dahil her şeyin vazgeçilebilir olduğunu gördüm bir süre önce. Bu pandemi sürecinde de bağımlılıklarımı bırakmayı denedim. Çok da iyi gitti. Alışkanlıkları kırmak hiç kolay değil ama denemeye değer. Yine de en büyük vazgeçilmezim ve en büyük bağımlılığım özgürlüğüm sanırım.
En son Bezirgan oyununda yer almıştın. Uzun bir süre, bize biraz bundan bahsedebilir misin ve sonrası için Tiyatro projelerin var mı?
Bezirgan, Moliere’nin Tartuffe oyununun uyarlaması. Hem eğitmenlik yaptığım hem de iki farklı oyununda oynadığım İstanbul Halk Tiyatrosu’yla, Türkiye’nin hemen her şehrinde, çok severek oynadığım bir oyun oldu. İzmir’de doğup yetişmiş biri olarak Türkiye’yi oyunlarla yaptığım turnelerle tanıma şansım oldu. Harika insanlarla tanıştım. Ortak güzel anılarımız oldu. Tiyatro sırf bu yüzden olağanüstü. 6 yaşından beri oyun oynamadığım tek sezon geçen sezondu. Durmak istedim çünkü artık yeni karakterler oynamak istiyorum ve açıkçası o yeni rollerle ve ekiplerle tanışıp çalışabilmek için sabırsızlanıyorum.
Hayalindeki rol diye bir şey var mı? “Şu filmdeki şu karakteri ben oynasaydım” diye aklında kalan…
Seyir zevki yüksek, okurken beni harekete geçiren, hikayesi, ekibi için heyecanlandığım, sinemasever tüm hikayelerde görüyorum kendimi. Bunun dışında Anna Karina’nın oynadığı tüm filmlerde onun karakterlerini oynamak isterdim. Hepsi müthiş tercihler ve kadınlar. Ve Godard’la çalışmış olurdum tabi. Victoria filminde Victoria olmak isterdim özellikle film tek plan aktığı için. Kamerayla birlikte hareket etmeye bayılıyorum. Film boyu yüksek ritmli tek plan fikri çok heyecanlı. Umarım ben de bir gün yaşayabilirim bunu.
Başucunda hangi kitaplar var?
Bir süredir başucumda Halil Cibran-Ermiş, Clarissa P. Estes Kurtlarla Koşan Kadınlar, Türk Şiir Antolojisi, Shakespeare- Hamlet var. Hayatın tamamı ve seçimlerim beni besleyip büyütüyor.
Seni besleyen, büyüten şeyler neler?
Seçimlerim. Cesaretle seçtiklerim, içine düştüklerim. Hayatın tamamı. Gözlemcisi olarak bile gerçekten bir emek ya da sevgi anı gördüğümde bundan çok etkileniyorum. Birini dinlerken, iyi bir film, bir tablo gördüğümde, iyi bir sanat eseriyle karşılaştığımda da çok besleniyorum. Nefesim değişiyor. Ama en çok doğayı gözlerken sakinleşip öğrenebiliyorum galiba.
Spor ve beslenme ile ilişkin nasıl? Formda kalmak için neler yapıyorsun?
Spor yapmayı da yemek yemeyi de çok seviyorum. Çabuk sıkıldığımdan, biraz keşifçi olup farklı tarzda spor yapmaya gayret ediyorum. Trekking ve yoga yaptığım bir günün ertesi dans ediyorum ya da ağırlık çalışıyorum. Bazen de hiçbir şey yapmadan öylece sevdiğim şeyleri yiyerek kendimi şımartıyorum. Formda kalmak için strese girmediğimde daha kolay formda kalabiliyorum.
Modayı takip ediyor musun? Stilini takip ettiğin ünlüler, markalar isimler kimler?
Modayı takip ediyorum. Daha sanatsal tercihler yapan sevdiğim markaların yeni tercihlerini, kreatif defilelerini, çekimlerini çok severek takip ediyorum hem de. Sahne sanatlarıyla da çok yakın buluyorum, modanın sunumundaki yaratıcılık daha çok ilgimi çekiyor. Jacquemus parçaları ve defileleri bu aralar favorim. Valentino, Vivienne Westwood, Alexander McQuenn her zaman çok iyi. Dora Teymur’un tasarımlarını da seviyorum. Ben çekimlerde sürekli farklı tasarımlar denedim şimdiye dek ama hayatım boyunca aynı Audrey Hepburn’un yaptığı gibi, beni çok iyi görebilen, vizyonuna çok inandığım bir tasarımcıyla çalışmayı tercih ederim. Umarım bir gün o da olur.
1 yorum
Harika